Burçin BIYIK & Merve EREM

twitter

.

.

En Çok Şukulananlar

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.
30 Aralık 2013 Pazartesi









'Acısada öldürmez' demişti Sıla.
Ama ben acıta acıta öldürdüm içindeki seni.
Sonrası bildiğimiz cehennemin dibi.

Çaresizsek senin yüzündendi .
Konuşacak bir dil bulamamamız senin yüzünden.
Artık hiç bir kitapta yer alamayacak aşkımız.
Hiç bir öğretmen, "araştırın da gelin" diye bizi konu vermeyecek.
'İmkansız' aşkın köleleriydik yani.

Hiç olamadık körkütük aşık.
Ya ben kördüm ya da sen fazla kütük.
Tek korkum sana ulaşırken kaybettiğim.
Şimdi arandığım içimdeki 'çocuk'

Bir 'egeli lodos' hep aşık eder.
Tüm bedeniniz sağ gösterip sola çalışır.
İşte o zaman tüm işler karışır.
Seversen farklı yanaşır hayat,
Sevmezsen başkalaşır.

Ah bir es kaza düşsen içime.
Dolansan sarmaşık misali bedenime.
Gelirken yanında getireceklerin benden kurtuluşu getirmesin.
Onun yerine giderken götürdüklerini kullan.
Olmadı beraber el ele keşfederiz.
Nasıl olsa benim kalbim koskoca bir 'ıssız ada'

Yokluğunda saatleri sayarken ben,
Sen kurtuluş planını çoktan çizmişsin.
Yaptıklarını başından beri bildiğimden değil.
Aptala 'malum' olur derler ya.
Unutma her aşık biraz aptaldır.

Hiç bir lambayla aydınlatmıyorum odamı.
Sen varken nasılsa şimdide öyle karanlıkta oturuyorum
Çünkü ışığım bebeklerindeydi.
O gün bu gündür 'gözlerine teslimim'

Şu özlemek olmasaydı.
Aklıma elleri, ses tonu gelmeseydi.
İnsanlar sadece hayallerle yetinilebilseydi.
Her kapı çaldığında aklımda o belirmeseydi.
Yani hayatımda bu kadar yer etmeseydi.
Giderken tüm anıları götürebilseydi.
Keşke başkasına 'özledim onu' diyebilseydi.

Ne kadar yükseğe koyduysak o kadar çabuk uçtu aşk.
..ve bi o kadar acı verdi ertesi.
Daha sonra hep dar tuttum kapımı.
Sadece ince ruhlu bedenler geçebilsin diye.
Benim olayım çok sevdiğimden değil 'zor sevdiğimden'

Kaç fener kararttığımız değil.
Önemli olan kaç feneri beraber söndürdüğümüzdü.
Yanlış insanlar yakştırdık hayatımıza,
Yanlış aşklar bulaştırdık bedenimize.
Yenilere, eskilere...
Gelmişlere, geçmişlere...
Dualara, beddualara...
Kısacası kalan sağlara...
'Vur kadehi ustam'

22 Aralık 2013 Pazar
Âh, buralara kış geldi.
Uzaklara uçtu bütün kuşlar.
Soğudum önce, üşüdüm biraz.
Olsun. Gülümserim şimdi avucumdaki çay bardağına.
sonra senin yerine ellerimi ısıtan bardakla vedalaşırım apar topar.
Acı çekmeyi, hüznümü özlemişim, gerisi bana göre değil.
Yine gel, sonu ne olacaksa olsun.
Yeter ki son bir kez daha gel.

3 Aralık 2013 Salı
Tilki döner dolaşır kürkçü dükkanına geri döner derler ya.
O gün bu gündür özlemlerimi asker annelerine bıraktım..
İçimdeki çocuğu evladı olmayanlara..
Sevgimi ananelere..
Kızgınlığımı babalara..
Kalbimi sorarsanız onuda dükkanla beraber yaktım söylersiniz.


2 Aralık 2013 Pazartesi
Aklımda hiçbir şey yoktu
çünkü o sıralar sana rastlamamıştım.
sonra sen çıktın geldin,
ortalığı güzelledin,
beni ben ettin.
Yalnız terkin baya yordu kalbimi .
Gidişin önce ayaz getirdi göğe sonra yağmur.
Gidişin önce soğuk getirdi gecelere sonra gözyaşı.


25 Kasım 2013 Pazartesi
nesin sen?
hangi uyuşturucunun biçimlenmiş halisin?
hangi küfürden peydahlandı gözlerin?
peki ya hangi bulutu yüklediler minik ellerine?
hangi film unutturur seni bana?
hangi şarkı ya da hangi şiir adını dudaklarımdan, gidişini satırlarımdan sökebilir?
hangi musluğa bağlasam gözlerimi gözyaşlarımız nasıl birleşebilir?
hangi sığınakta kalbin?
benden kaçmak için nereye saklandın?
söyle hangi doktor aldı göğsünden vicdanını?
hangi bahane?
hangi ilaç uyuttu etin tırnaktan ayrıldığı
palyaçoların bile iş bırakma eylemi yapıp maskelerini çıkarttığı gece seni?
hangi dostundan ödünç aldın biz’i sen ve ben diye ayıran kelimeleri?

23 Kasım 2013 Cumartesi




Uçurumdayım..
Hissediyorum rüzgarı ensemde,
Aynı sesinin sıcaklığı gibi esiyor delice.
Gözlerimi kapatıyorum suretin düşüyor önüme,
Ve o an sadece yağmur eşlik ediyor göz yaşlarıma.
Gölgem bir adım geride durmuş öylece beni izliyor.
İnanır mısın o bile korkuyor ölümden.
Oysa ben ölmüyorum uçuyorum.


19 Kasım 2013 Salı
İyi bitmedi hiç bir masalın sonu.
Ya kurbağa kaçtı benden, ya ben iğrendim onu öpmekten.
Üstelik yıllarca beklediğim prens gelmedi.
Sanırım yanlış insandan sola saptı.
Ama ben masalımı buldum.
Uyuyan güzel değil,
Ayakta uyutulan salaktı.


14 Kasım 2013 Perşembe
Topladığım kibrit çöplerinden ev yapacaktım sana. Seninle okyanuslarda yüzecek, çöllerde yürüyecektik, hiç bakmadan ardımıza. Şimdi ikimizde birbirimizin ardıyız, sırtıyız. En yakında bulunurken asla ulaşamayacağıyız. Ölümcül bir virüs gibi yayılıyor senin bir başkasıyla sevişeceğin düşüncesi vücuduma. Müneccimler yanılıyor, kahve falında çıkan iki genç biz değildik. Telveler ayaklarımıza dolandı, ayakkabılarımızı bir kahve fincanının içerisinde bırakıp, birbirimizi koşarak terk ettik.

Aklıma geliyor gece gece. Hece hece döküp eteğimdeki taşları, koşar adım çıkmak istiyorum bu evden. Bir ambulansın sağır eden siren sesine kulaklarımı dayayarak yeni bir intihar metodu yaratmak, var olan bütün kırıklıklarımı ruh alçısı olarak seçtiğim bir şarkıyla onarmak, ne güzel olurdu. İkinci kişiliğimle aynı yatakta uyumak zorunluluğu, otoriter bir baba gibi dürtüklüyor beni.

Kısa saçlarımdan tutamadığı için kalbime el atan özlem adında bir düşman, boyası eskimiş kaldırımlarda sürüklüyor bedenimi. Önce gömleğim, sonra derim, sonra etim yüzülüyor. Gece, iyice yüzsüzleşiyor gözlerim bulanık görmeye başladığı anda. ve sonra sen her yerde, hiç kimsenin göremeyeceği şekilde, mutlak suretle sen. Kanlı canlı sen. Nereye atsam elimi sana değsin istiyorum.

Senden, yaşarcasına nefret ederken bile, öylesine ölesiye seni seviyorum ki; bütün şiirler, şarkılar ve danslar, bir çocuk hıçkırığına dönüşüyor. Bu bir sancı, sanma ki unutunca geçiyor vücutta ihanetle beraber nükseden onlarca ağrı. Sigara dumanı tavana doğru salınadursun, ben pencereden kendimi sarkıtacağım. Seni ellerimle penceremden içeri sokarmış gibi bir oyun oynayacak ve iklimlerin kabul etmediği bir yağmura yalakalık yapacağım.

Yalnızca sana yağsın bu gece. Bu gece şarkılar yalnızca benim için, hırsızlar senin için çalsın. Her ne kadar yazdıransan da çoğu zaman, kimi zaman aklımın kuytularına kamp kurup cümle bile kurmayı unutturansın.




"Yarın sabah geri gelmeyecek misin?
Ben mi kalkayım yoksa çayı sen demleyecek misin "






Nerde bu kelebekler? Söz almıştım geleceklerdi yine. Şimdi yerlerinde hep karın ağrıları.
Belkide aşık edecek başka çift buldular kendilerine, belki daha mutlular bir başkasının bedeninde.
Ne zaman bu kadar hissizleştim bilmiyorum. Önce sözleştiğim kelebekler bıraktı beni, sonra sen..
Daha sonrası aynı işte, yine kitap okuyorum ve gece yarsına kadar açık sağ tarafımdaki ışık hatta aklıma geldiğinde hiç söndürmüyorum o ışığı.
Basa basa sildiğin yedi sayısını her gördüğümde fırlatıyorum elimden ve kırılmamaya inat ediyor kumanda.
Banyoya her girdiğimde yarım kalan parfümüne çarpıyor gözüm. Onu da atıcam yakında, ah bir kokun herkesleşse.


"Madem öyle lafı uzatmaya gerek yok.
Ben mi öleyim yoksa ateş edecek misin?"
30 Ekim 2013 Çarşamba

Kalbime gel sevgilim.
Bu akşam çık gel.
Gel ki, bu kalbin atışları hızlansın.
Gel ki, bu kalp organ olmaktan çıksın.
Gel ki, nefes alayım.
Gel..


Posted via Blogaway
27 Ekim 2013 Pazar

Bazen bilinçli ya da bilinçsizce bir cümle kurar 'en sevdiğim' dediğin insan. Kurduğu o cümle değil de altında yatan anlam yaralar seni. Çünkü onun o anlamla söylediğini bilirsin. Çünkü o'nu en iyi sen tanırsın. Ne demek istediğini, düşüncelerini en iyi sen bilirsin..
Tam şurana oturur o kelime. Her hatırladığında kalbini acıtır, için yanar. Hatırlamak içinse yutkunman yeterlidir. Boğazında bir düğüm olur her yutkunuşta sayısız bıçak batar hem boğazına, hem kalbine, hemde duygularına..
Sonra ne boğazının acısını, ne kalbinin ağrısını, ne de duygularının çığlıklarına çare bulabilirsin...
İlk alarmı gözlerin verir, hafiften dolmaya baslar. Ama dudakların gözlerinin teslim oluşuna sessiz kalamaz, 'iyiyim ben' diyerek hafif tebessümle sımsıkı sarılır en sevdiğine. Sanki sarılsa geçecekmiş gibi bir umutla...

Posted via Blogaway


Posted via Blogaway

Bir şarkıcı ne kadar yaşamışa acı, o kadar değerlidir parçaları.
Ve sen ne kadar içindeysen hayatımın, o kadar zirvesindeyim yaşamın.
Uyuyan bir bebek nasıl masumsa annesinin gözünde, gözlerimi kapadığımda sende farksızsın benim hayallerimde. Ve artık sevgilim  hiç bir bant kapatmıyor yaramı. Hiçbir merhem deva olmuyor derdime. Dönüyorum dünya denilen bana verilmiş eksenimde.


Posted via Blogaway

Sana hep; sen dilimden istemsizce dökülen sözlere degil de, kalbimin söylediklerine kulak ver derdim. Çünkü sözler hep alıntıdır aslında başkalarına aittir. Oysa hislerimiz, duygularımız öyle mi? Onlar her zaman en doğrusunu söyler hiçbir zaman seni aldatmaz, kandırmaz, sana özeldir..

Bana ihanet eden dilimin sana git diye haykırışında neden sırtını dönüp gitmek yerine elini kalbime koyup onun ne dediğini dinlemedin?
Peki neden gözyaşlarımın okyanus olup o lanet olası kelimeyi pişmanlıkla ve hıçkırıklarıyla  silip süpürüşünü izleyecek kadar beklemedin?
Neden verilen sözleri yetim bırakıp elini tutmak yerine üzerine bir kürek daha toprak attın?
Bir çırpıda bizi silmek için sanki o kelimeyi yıllarca beklemiş gibiydin... Ve sen gittiğinden beri yüreğim adı konulmamışım bir acının vazgeçilmez kölesi.

Posted via Blogaway


Posted via Blogaway
25 Ekim 2013 Cuma
Göz kapakların açık kalmış ve ben ayazındayım siyahının...

Noktası koyulmamış cümlelerin virgülü ne kadar bitkinse koyulmaktan, o kadar mutludur gizli ya da sözde özneler.Yoldan geçen kim varsa içine almış bir han, ne kadar durabilirse ayakta, o kadar sağlamdır bastığın yerler ve bir ağacın gölgesinde ne kadar belirginse gölgen, o kadar varsındır bu hayatta. 

Ve sevgilim elinin sıcaklığı ne kadar kalırsa ellerimde o kadar güleceğim kaderin cilvesine.

Filmlerdeki gibi seviş benimle, gözlerinle ve filmlerdeki gibi bir kaza sonucu kör olsun gözlerin, 
başkalarının gözlerine. Kalbinden geçenleri diz bir ipe, darağacı üstünde.ve kapa bütün kapılarını ülkenin.
Hükümet gibi adamsın vesselam, hüküm et nufüsuma, nefs-i müdafayla dudaklarına yapışmak dileğiyle...

Yapışmak dediysem, öyle japonsal değil, biraz türk, biraz fransız ve biraz bilinçsiz şekilde. Seve seve...

Bu gece, ölümüne şiir yazdım, kalbimin, boş bir defter kadar dolu hayatımın, geçmişimden geçen geleceğimin, gözlerinin, dudaklarının, ellerinin, kokunun, nefesinin, teninin, ölümüne şiir yazdım, yılmadan, usanmadan, neden, niçin diye sormadan, yorulmadan, bıkmadan, bakmadan irisine, kaybolmadan siyahında. Ölmeden ve dirilmeden yanında... 

Şiir yazdım dediysem, öyle edebi değil, gayet edebsiz, sıkıcı ve üslupsuz şekilde.
Gidişin sebepsiz, gidişin sahte. Sevemedim dünyayı sensiz. 
Konduramadım kimseyi hayatımın başrolüne. 
Dolduramadım masallarımda ki yerini, 
Sildiremedim buğulu camlardaki el izini..
Kavanoz kavanoz gözyaşı biriktirdim ardından, olur ya belki sende susarsın bana..
Binlercesi içinden tek bir sorum var sana,
Valizin ne kadar acı aldı giderken?

Ağzımı bıçak açmayarak gözlerimin kiniyle diri diri mezara gömdüğüm çok leşim var benim..
Bazılarının gözünde masumiyeti simgeleyen bir melek, bazılarınınsa şeytanın elçisi olarak nitelendirdiği; içimdeki benle hiçbir zaman tanışamayacakları -intikam hırsına yenilen- dilsiz bir katilim ben.

Posted via Blogaway


Posted via Blogaway
24 Ekim 2013 Perşembe

Birden parmak uçlarım dokunmak, teninin sıcaklığını tüm benliğimde hissetmek istedi. Karşı çıktım ama sana karşı koymak ne kadar zordu tahmin edebiliyor musun?
Edemezsin..
Müptelası olmuştum adeta. Önce teninin sonrada gözlerinin..
Gözlerine bakmaya kıyamıyordum önceleri. Daha sonraları ise bakmaya doyamamaya..
Sesine gelince; sesinde tutku vardı. Tutkulu bir aşkın habercisiydi nefesin. Sana teslim olamamak ne kadar imkansızdi ah bi bilsen.
Gerçi sen neyi bildin ki şimdiye kadar benimkide soru işte..


Posted via Blogaway

Kokunun izini sürerek aydınlığa kavuştuğum labirentin; şimdi ortasında kalmış çaresizce sen tarafından kurtarılmayı bekliyorum. Yardım et sevgili hazretleri kokun sıradanlaşıyor acele et.


Posted via Blogaway
23 Ekim 2013 Çarşamba
Sana hasretim, nasıl bir ağaç hasretse yağmura o biçim hasretim işte. Oysa sen bir yaz mevsimisin bu şehrin. Hani şu haziran, temmuz ayları.. 
Her ne kadar ısıtıyorsa uzak güneşin beni yinede özlüyorum seni hani şu çöldeki ağaç misali.
22 Ekim 2013 Salı
Aynı iklimlerin soğuğunda üşüyorsak,,
Aynı şehirlerin gizli saklı köşelerine atıyorsak ruhumuzu,,
Aynı pazar yerlerinde satılıyorsa yasak meyvemiz,,
Aynı harflerle kuruyorsak cümlelerimizi,,
Aynı yerden gelip aynı yere gideceksek eğer,,
Aynı kefenlerin esiriysek,,
Aynı anda ben seni, sen kendini düşünüyorsan bir farkımız yok demektir. 
Aynı aşka asıyoruz kemiklerimizi.
Ve sevgilim, dudaklarımdaki nefesin ne kadar geç azalırsa, o kadar dayılanacağım azrailin soyuna. Dayılanmak dediysem; öyle birinci dereceden değil, tamamen soysuz.
Soysuz ve onursuz bir şekilde...
Adın batsın dudaklarımdan dilime ve titanic gibi çıkarılmamak üzere kal içimde
... dua kayıptı, kayıp cevaptı, cevap hep başkaydı.. O bile inanmıyor bize!
Mesafeler vardı...
Ona ulaşmayı engelleyecek kilometreler.
Mesafe dediysem öyle şuradan şurası değil ha, kavuşmak için Ferhat gibi
dağ taş yarman gereken mesafeler.

Engeller vardı... 
Binlerce her yere usulca yerleştirilmiş tuzaklar.
Engel dediysem öyle atletlerin dört nala koşup atladıkları demir yığınları değil ha, 
bir dilsizin sağıra "nasılsın?" demesi gibi duyulması, söylenilmesi güç engeller.

Ve sonra yüzü geldi aklıma...
Gözleri, dudakları, burun delikleri, kaşları. Sağ yanağında
yüzünü güzelleştiren beni. Kısacası aklımın bi köşesinde duran ve ne zaman vazgeçecek 
olsam saklandığı yerden çıkan hayali. 
Sonrasında ne büyük mesafeler ne de gizlice
döşenmiş bubi tuzakları engelleyebildi beni.